2001 : A Space Odyssey

Genre : Mystery, Sci-Fi
Director : Stanley Kubrick
Year : 1968

Bırakın Jüpiter'i ve Evren'i Soğuk Savaş'ın bileşenlerinden Uzay Yarışı bile yeni yeni başlamışken ve oda büyüklüğünde bilgisayarlar kullanılırken yapıldı bu film. Kitabın yazarı Arthur C. Clarke'a, bir sci-fi klasiği yarattığı için Kubrick'e, onu etkileyen Nietzsche'ye ve bu kadroya bir şekilde dahil olan Strauss'a teşekkürler. 


Bugün Interstellar ve Gravity gibi sci-fi'lerde bile 2001'in etkilerini görmek mümkün. 2001 : A Space Odyssey için kolaylıkla, çığır açan bir klasik demek mümkün ancak bırakın en iyi filmi en iyi sci-fi demek için bile Brazil, Alien, The Fly, The Thing ve hatta Star Wars (burada fantasy olarak ele almıyorum) gibi filmleri ve/veya serileri görmezden gelmemiz lazım. Aklıma öncelikle gelen bu 5 film de sci-fi öğeleri taşıyan filmler. Ve her ne kadar bu film için klasik tanımını yapsam da 2001'i yukarıdaki 5'liyle kıyaslamam mümkün değil. 5'i de bu filmden daha başarılı. Ancak dönemsel olarak incelersek tıpkı aynı yıl vizyona giren Planet of the Apes gibi 2001'e de şapka çıkarılmalıdır. Çünkü bu gibi filmler bilimkurgu genre'sını 50'lerdeki elin de ekranda gözüktüğü yaratık maketlerinden alıp bu türü görsel ziyafete, hayal gücüne ve üzerinde yorumlanması muhtemel öykülere taşıdı.

Bu kadar iyi yorumdan sonra gelelim izleyiciye kabir azabı gibi gelebilecek filmin temposuna. Tempo bazen verilmek istenen duyguya vesile olabilir, evet. Yavaş ya da hızlı devinim metafor olarak bile kullanılabilir, evet. Verdiğim bu örnekleri Haneke ve Tarkovsky'den de hatırlayabiliriz. Burada beni asıl rahatsız eden günümüzde görsel açıdan son derece sıradan gelebilecek bir uzay mekiğinin uzayda süzülüşünün filmin %45'ini kaplaması değil diyelim, buna da tamam. Bunu, bir tercih olarak beğenmesem de hadi yine kabul ettim diyelim. Ancak bölüm geçişlerindeki title'ların bile ekranda neredeyse 1 dakika süreyle durması beni gerdi. Zaman zaman tahammül edilemez boyutlara ulaşan film herkes ölse de bir an önce kurtulsak dedirtebilir.

Evrimiyle, Monolith'iyle, boyutlarıyla ve duygusal bilgisayarıyla akılda kalan Kubrick'in sinemaya armağanı tahammül seviyenizi zorlayacak cinsten. Ama siz şeytana uymayın. En azından başı ve sonu için.

* Casting, Acting : 6.5
* Script : 7.5
* Directing, Aura : 9.5
* Ease of Viewing : 5
* Naked Eye : 7


                             7.1


You Don't Know Jack

Genre : Biography, Drama
Director : Barry Levinson
Year : 2010

90'larda Amerika'yı ikiye bölen Ermeni asıllı patolog Kevorkian'a göre herkes onurlu bir ölümü hak eder. Günümüzde de hala önemli bir tartışma konusu olan ötanazi ve hekim destekli ölüm ile ilgili bir biyografi.
İsviçre ve ABD'nin bazı eyaletlerinde serbest olan ötanazinin en büyük savunucusu Kevorkian'ı ünlü aktör Al Pacino canlandırıyor. 
 
Bir film ya da bir kitap sizi daha da acıktırıyor ve araştırmaya yöneltiyorsa sanatsal açıdan olmasa da bilimsel açıdan değeri vardır. Sinema salonlarında gösterim fırsatı bulamayan ama HBO'da herhangi bir kesintiye uğramadan yayınlanan You Don't Know Jack de böyle bir film. Kevorkian yani nam-ı diğer Dr. Ölüm tam 130 kişinin hayatlarına son vermelerine yardımcı olmuş.
Kevorkian destekçilerine göre bilinci kapalı bir insanın ölüm kararını bir yakını verebiliyorken bilinci açık bir insanın ölüm kararını kendisinin bile veremiyor olması adil değil. Film Kevorkian'ın biyografisi olduğu için açıkça belli olan tek taraflı anlatım beni rahatsız etmedi. Zaten bana göre de düzelme şansı olmayan belirli hastalıklardan dolayı yoğun acı çekenlere bir hekimin ölümü getirecek ekipmanları sunması yasalarca engellenmemeli. Herkesin her konuda her şeyi yapma hakkı diğer kişilerin özgürlük ve haklarını ihlal etmedikçe hoş görülmeli, psikolojik açıdan büyük bir buhran içinde olunmayan ancak fizyolojik açıdan çekilen acıların cehennem azabı olarak nitelenebileceği durumlarda ötanazi bir hak olarak tanımlanmalıdır.
 

* Casting, Acting : 7.5
* Script : 7
* Directing, Aura : 6.5
* Ease of Viewing : 7
* Naked Eye : 6.5


                             6.9


Kelebeğin Rüyası

Genre : Drama, Biography, History
Director : Yılmaz Erdoğan
Year : 2013

Muzaffer Uslu ve Rüştü Onur adlı iki şairin hayat hikayelerine Behçet Necatigil eşlik ediyor. 2. Dünya Savaşı döneminde Zonguldak'ta geçen film, bol dize ve bol öksürük üzerine kurulu.

Kelebeğin rüyası bir drama ama alışık olduğumuz dramalar gibi düşük bir temposu yok. Bunun nedeni bol diyalog kullanılması. Diyalog olmayan yerlerde ise şiirler filmin akıcılığını korumasını sağlıyor. Anadolu'da geçen dönem filmlerinden vazgeçmeyen filmin yönetmeni ve senaristi Yılmaz Erdoğan cast'taki de en iyi isimdi. Sürekli madene inmek isteyen ''şiir yazılası kız'' dışında oyunculuğuyla filmi baltalayan kimse yoktu.

Türk dizileri temalarında yerelliğin ve silahların etkisi kadar Türk Sineması temaları da hastalıklar ve ölümlerden etkilenmiş durumda. Peki, Türk Sineması için hastalık ve silah içermeyen senaryolar yazabilecek yazarlar yok mu bu ülkede?

* Casting, Acting : 6
* Script : 5.5
* Directing, Aura : 6
* Ease of Viewing : 7.5
* Naked Eye : 6


                           6.2


Facing Ali

Genre : Documentary, Sport
Director : Pete McCormack
Year : 2009

Tıpkı boks kariyeri ve sivil hayatında olduğu gibi dökümenterinde de eğlenceli başlayan ama sonuna doğru yaklaştığınızda üzüldüğünüzü fark etmenizi sağlayan bir akış mevcut. Facing Ali, bizlere Muhammad Ali sayesinde 50'lerin sonundan 80'lerin ortasına kadar dünyada boksa damga vurmuş isimlerin bir çoğunu canlı canlı izleme fırsatı sağlıyor. Şu anda hayatta olmayıp filmde gerçek footage'larıyla yer alan birkaç ismin dışında Muhammad Ali'yle karşılan en önemli 10 boksör neden Ali'nin gelmiş geçmiş en iyi boksör olduğunu ve aralarında gerçekleşen boks müsabakalarını anlatıyor. Şimdilik Muhammad Ali filmlerinin sonuncusu olma özelliğini taşıyan Facing Ali o kadar iyiydi ki umarım sonsuza kadar son yapılan Muhammad Ali filmi olarak kalır.

Boksla ilgili olan kronolojik sırayı hiçbir şekilde bozmayan Facing Ali bu şekilde Muhammad Ali'nin gelişimini ve çöküşünü en iyi şekilde yansıtmayı başarmış. Sırayla ekrana ve ring'e çıkan ağır sikletin önemli isimleri Muhammad Ali'yle olan ilişkilerinden ve o dönem yapılan karşılaşmalardan bahsediyor.  Tüm Muhammad Ali filmleri arasında en çok boksun olduğu film olma özelliğini kaybetmeden Muhammad Ali'nin hayatında önemli dönüm noktaları olan askerlik problemi ve Vietnam, Elijah Muhammed ve Malcolm X meselelerinin de kısaca üstünden geçiliyor.

Yaşadığı sağlık problemlerine rağmen biz onu her zaman sevimli kişiliği ve müthiş egosuyla ring'lerde dans eden adam olarak hatırlayacağız. Bir kez daha güle güle The Greatest!

* Directing, Aura : 7.5
* Ease of Viewing : 8.5
* Naked Eye : 8

                             8.0

The Hurricane

Genre : Drama, Biography, Sport
Director : Norman Jewison
Year : 1999

Dünya orta siklet boks şampiyonu Rubin Carter'ın sıradışı hayatını anlatan film; ırkçılık, spor ve adalet üçgeninin ortasında yer alıyor.

90'larda sinemada zirvede olan Denzel Washington 60'larda ring'lerde kendisi gibi zirvede olan Rubin Carter'ı başarıyla canlandırmış. İşlemediği bir suçtan dolayı 22 yıl hapis yatan Hurricane'in hayat hikayesi eğer bu filmde anlatıldığı gibiyse elbette buna üzülüp sinirlenmemek mümkün değil. Yalnızca koyu bir tene sahip olduğu için özgürlüğü elinden alınan adamın hapishanede yaşadıkları yine kendi kitabı 16. Raund ve Lazaruz and Hurricane'de kağıda dökülmüş. Elinizde böyle bir malzeme varken bunu kötü bir şekilde senaryolaştırmak da pek mümkün değil.

İlgi çekici olaylarla dolu bir biyografi olan The Hurricane'in yönetmen koltuğunda bir türlü Oscar alamayan Norman Jewison oturuyor. Tercih ettiği doğrusal olmayan kurgu 70'lerin temposunda ilerleyen bu old-fashioned filme az da olsa hareket kazandırabilmiş, bravo.

Hapishane yıllarında Muhammad Ali ve Bob Dylan gibi ünlü isimlerin de yer aldığı hatrı sayılır bir destekçi kitlesine sahip olan Rubin ''Hurricane'' Carter'ın gerçekten katil olduğunu iddia edenler kadar filmde bazı detayların çarpıtıldığını öne süren kişiler de var. Bu kişiler filmi yaratan ekibi eleştiri oklarıyla hedef almış. Örneğin filmde şikeli maç olarak izleyiciye sunulan Rubin Carter - Joey Giardello maçı için sonraki yıllarda Rubin Carter ''Giardello hak ettiği bir galibiyet aldı.'' açıklamasını yaptı. Ayrıca yönetmen Norman Jewison filmin DVD'sinde Giardello'dan özür diledi.

The Hurricane'i ırkçılık, Amerikan tarihi veya yargı sistemiyle ile ilgili örnekler arayanlar mutlaka izlemeli. İyi bir biyografi, iyi bir kaynak.

* Casting, Acting : 7.5
* Script : 7
* Directing, Aura : 7.5
* Ease of Viewing : 7
* Naked Eye : 7.5


                             7.3


Gone Girl

Genre : Drama, Mystery, Thriller
Director : David Fincher
Year : 2014

Hikaye biraz klişe olsa da bilindik şeyleri bilinmedik yollarla anlatmak farklılıktır. Eski filmlerine bakarsak bu filmde de bazı fincherlıklar görebilmemiz mümkün ama Gone Girl için en kısa tanım sanırım: Yumuşatılmış Fincher.

Belirli bir açıdan bakarsak yönetim ve teknik kararları nedeniyle David Fincher'ın muhtemelen en zayıf filmi olabilir. TV programları, hayranlar ve hatta selfie'lerin böyle bir filmde bu şekilde yer alması filmin harika bir film olamamasını daha pre-production aşamasındayken garanti etmiş. Ancak bir diğer açı da, kendi kendimize günümüzde best-seller olan bir kitabın ne kadar sanatsal olabileceği sorusunu sorabilmek üzerine kurulu olabilir. Fincher'dan beklediğim kadar karanlık olsaydı zaten best-seller olamazdı. Ya kitaba daha çok müdahale etmeliydi ya da kitapta olduğu gibi toplumla kalmalıydı. İki görüşü birleştirirsek Fincher yaratmayı sevdiği atmosferik dünyaya ve bunu yaparken kullandığı iyi kurgusuna Gillian Flynn'in dünya insanları tarafından kolay anlaşılan ve çokça sevilen kitabını yerleştirdi. Ya da vice-versa. Sonucunda çıkan şey ise 80'lerde ve 90'larda sıkça karşılaştığımız Drama-Thriller türü filmlere benzemiş. Film isimleri vermem biraz spoiler'a girebileceğinden siz Glenn Close veya Nicole Kidman'ın karakterlerine Sharon Stone tavırları ekleyerek bazı anımsamalar gerçekleştirebilirsiniz. Özellikle son dönemde oyunculuğunu beğendiğim filmin Michael Douglas'ı olan Ben Affleck'i ise Gone Girl'de pek beğenemedim. Daha önce hiçbir iyi performansına tanık olmadığım Rosamund Pike'ı ise çok beğendim ki muhtemelen bu filmdeki performansıyla birçok ödül kazanır.

Özetle tıpkı filmde olduğu gibi senaryo da yönetim de oyunculuk da çift taraflıydı. Bir tarafı yazı bir tarafı tura olan filmde turayı seçtim ve tura biraz daha fazla geldi.

* Casting, Acting : 8
* Script : 8
* Directing, Aura : 7.5
* Ease of Viewing : 8.5
* Naked Eye : 7.5


                            8.0


Under the Skin

Genre : Drama, Thriller, Sci-Fi
Director : Jonathan Glazer
Year : 2013

Birinin sinema filmi birinin fotoğrafçılık olduğunu düşünürsek benzer tempolarından dolayı Tree of Life gibi bir filmle bu filmi kıyaslamak fotoğrafçılığa övgü, sinemaya ise büyük bir hakarettir.

Glazer'ın filmde bize sunduğuyla farklı bir konumlandırma istediği apaçık. Başlarda kişisel tatmin filmi gibi gelen Under the Skin bilinçaltından kendine bir yol bulup saykodelik tavırlarla ilerliyor. Dakikalar ilerledikçe geçtiği yollarda minik ipuçları bırakıyor. Bu minik ipuçlarını takip etme isteğinizin nedenlerinden biri sizi gerçekten bir yere götürebilme ihtimali. Diğer bir neden ise filmin akıl almaz müziği. Hiçbir şey için olmasa bile müziği için izlenebilecek bir film. Bu nedenle film bittikten sonra kendinizi original score'u tekrar dinlerken bulursanız lütfen garipsemeyin. Emin olun ''bu dünyada'' yalnız değilsiniz.

İlk bir saati hiçbir yere bağlanamayan Under the Skin'i bu zaman zarfında sinematografi, müzik ve Scarlett götürüyor. Pasta sahnesinden sonra gelişen her olayda ise önceden herhangi bir anlamı bulunmayan imgeler bile anlam kazanmaya başlıyor. Önceden herhangi bir anlamı bulunmayan diyorum çünkü bu filmi izlemeden önce afişteki yıldızlara ya da filmin trailer'larına bakmadım. Her zaman dile getirdiğim gibi film posteri ve trailer gibi detayları mümkün olduğunca görmezden gelin. Bunlar sanatın ticari boyutudur. Sanat ticaret değildir. Sanat başlar ve 90 dakika sürer. Spoiler vermek istemiyorum ancak keşke filmin afişinde herhangi bir yıldız kullanılmasaymış. Evet, belki filmde anlatılmak istenen benim anlamak istediğimle aynı değil. Durum böyleyse bile kitabın yazarı, uyarlayan, senaryolaştıran her kim varsa farkında olup ya da farkında olmadan en metaforik hikayelerden birini anlatmış. Hatta belki de dış görünümün ve ne kadar yüzeysel olduğumuzun altını birkaç kere çizmek istemiş.

Under the Skin'in dikkat çeken tarafları olan ucu kısmen açık senaryosu, müzikleri ve sinematografisine rağmen bilinmezlerle donatılmış çözümleme isteyen bu gibi filmlerin beni yormasını isterim. Under the Skin beni hiç yormadı. Ancak tam bilinmez bölümün gereğinden fazla uzun tutulması filmin aşırı dibe inmesine ve sıkıcı gözükmesine neden oldu. Bu kadar dibe inmiş bir filmin de en tepeye çıkması pek mümkün değil.

İster Tarkovsky ister Lynch'e benzetin.
Ama bu aşırı belirsiz filmi bize 100 dakika boyunca izletmeyi başaran adamlara lütfen saygı duyun. Uzun süre sonra Glazer gibi sinemacıları görmek çok güzel. Indie'lerin realist, komedilerin absürt, gerilimlerin bilinmez olduğu dünyayı seviyorum.

* Casting, Acting : 7.5
* Script : 7.5
* Directing, Aura : 9
* Ease of Viewing : 7
* Naked Eye : 9


                            8.0

Sleepwalk With Me

Genre : Comedy
Director : Mike Birbiglia, Seth Barrish
Year : 2012

Birbiglia, hepimizin hayatında en azından bir kez karşılaştığı ruh hali ve kararsızlığı otobiyografisi niteliğindeki filmi aracılığıyla indie komedilerin ana malzemesi olan ''sıklıkla görülmeyen bir durumu ele alma'' eylemi ile süsleyerek bizlere sunuyor. Bu filmdeki konumuz: Uyurgezerlik.

Evlilikten kaçan komedyenin evlilik korkusu sayesinde iyi bir komedyene dönüşme hikayesini anlatan film modern zaman ilişkilerine ışık tutuyor. İki filmden de daha kötü olduğunu unutmamak şartıyla Sleepwalk with me'yi Realist yaklaşımı nedeniyle 500 Days of Summer'a, kadın-erkek ilişkileri nedeniyle de Annie Hall'a benzetebiliriz.


Bu filmi sevdiyseniz yine bir komedyen olan Goldthwait'in Sleeping Dogs Lie'ını da izleyebilirsiniz. Bu iki filmde de sinemaya el atan komedyenlerin gözünden kadın-erkek ilişkileri anlatılıyor. Bu kıyaslamada bile Sleepwalk with Me 3-5 adım geride kalıyorsa bu filmi diğer eleştirmenler gibi önermem için dürüstlükten uzaklaşmam gerekir. 

Biraz over-rated olan elinize geçerse izleyebileceğiniz, sıradan bir komedi.

* Casting, Acting : 6
* Script : 6
* Directing, Aura : 6
* Ease of Viewing : 6.5
* Naked Eye : 6


                            6.1

Gravity

Genre : Sci-Fi, Thriller
Director : Alfonso Cuarón
Year : 2013

Yönetmen fabrikası Meksika'nın dikkat çekici isimlerinden biri olan Cuaron, Children of Men'den sonra tekrar bir Sci-Fi ile karşımızda. 2013 ve 2014'te hiçbir ödül töreninden eli boş dönmeyen Gravity, 90 dakika süren klostrofobik bir gerilim.
 

100 milyon dolarlık bir film bütçesi rağmen yalnızca Sandra Bullock ve George Clooney'den oluşan kamera önünü fark edince aslan payının kamera arkası ve özellikle muhteşem modellemeleriyle CGI ekibine gittiğini düşünmek pek de yanlış değil. Diğer tüm uzay filmlerinden farklı olarak bu 3D görüntülerin tamamı Bullock ve Clooney ile etkileşim içerisinde. Bundan önceki bilim kurgularda uzay mekiğinin yalnızca uzaydaki devinimini görüp ''Harika!'' dediğimizi düşünürsek, Cuaron ve ekibinin ortaya koyduğu film türdeşlerinden sinematografi ve bilgisayarla yaratılan görseller açısından çok daha önde.

Son dönemin iyi filmlerinden bir tanesi olan Gravity'de, yalnızca bir durumu anlatmak yerine 80-90 dakikalık bir eklenti ile birlikte daha iyi bir giriş ve dolayısıyla izleyiciye daha fazla duygu verebilirdi. Bu set-up kısmındaki yüklemeler filmin başlangıcı için değil halihazırda var olan izlediğimiz kısımların etkilerini artırırdı. Gravity bu haliyle bazı yönleri vasat bazı yönleri çok kuvvetli bir film.


* Casting, Acting : 7
* Script : 7
* Directing, Aura : 9.5
* Ease of Viewing : 8
* Naked Eye : 8


                            7.9



Footloose

Genre : Comedy, Music, Drama
Director : Craig Brewer
Year : 2011

Kevin Bacon'ın başrolünde olduğu 84'teki orijinal Footloose'a sadık kalan günümüzün Footloose'u yalnızca biraz daha güneyleştirilmiş. Yapmak istenilen yalnızca güneyleştirmek değil güncellemek de olsa günümüzde dans etmenin ve müzik dinlemenin yasak olduğu yerler olduğuna inanmıyorum. Godfather'ı çeken kişi Godfather 4 yerine Godfather 1.1'i yapıyorsa script'te de bir hayli değişime gitmek zorundadır çünkü 30-40 yıl öncesiyle 2011 ya da 2014 bir değil, bir olamaz. 


Gerek diyalog'lar gerek filmin temel yapısı bana 80'leri hatırlattı. Zamana uyum sorunu yaşayan film ayrıca tren sahnesi, öpüşme sahneleri ve karakter gelişimi gibi sorunları bünyesinde barındırıyor. Çocuğun ablasını bile hatırlamakta güçlük çekebilirsiniz. Hatta belki de bahsettiğim kişi çocuğun yengesidir. Evinde kaldığı kişiyi toplam 2 kere görüyorsunuz. Hiçbir karakterin neyi sevip neyi sevmediğini öğrenmeden 1.5 saati tamamlıyorsunuz. Öğrenebildiğiniz en net şey 3 yıl önce gerçekleşmiş ve 5 kişinin ölümüyle sonuçlanmış kaza sonrası gelen yasaklar ve bu yasakları aşmaya çalışan gençler.

Kötü line'ları ve anlam veremediğim aksan problemleri ile Footloose'un remake'i fazlasıyla silik bir film. Siz yine orijinalinden şaşmayın.


* Casting, Acting : 5
* Script : 4
* Directing, Aura : 5
* Ease of Viewing : 5.5
* Naked Eye : 5


                             4.9


When We Were Kings

Genre : Sport, Documentary, History
Director : Leon Gast
Year : 1996

Leon Gast'ın röpörtajlarından ve Ali'nin ring içi/ring dışı orijinal footage'larından oluşan When We Were Kings en iyi belgesel Oscar'ını kazanmıştı. Bir Muhammad Ali biyografisinden çok Zaire'deki George Foreman-Muhammad Ali karşılaşmasına odaklı olan bu dökümenter sayesinde Muhammad Ali'nin renkli kişiliğini tanıma fırsatı buluyoruz.

Yalnızca filmde röpörtaj veren yönetmen Spike Lee'nin ağzından duyduğumuz Malcolm X bu dökümenterde hiçbir şekilde yer almıyor. Bu dökümenterde müslümanlık, askerlik ve mahkemeler de pek yer almıyor. Filmin büyük çoğunluğu Ali'nin kameralara verdiği röpörtajlar, basın toplantıları ve antremanlardan oluşuyor. Ayrıca WWWK'in o dönem Zaire'de yaşananları öznel bir şekilde de olsa bize aktardığı ve kronolojik yapılarımızı güçlendirdiği için öğretici bir yanı da var. Muhammad Ali'nin hayatından ve Zaire'deki Foreman-Ali maçından haberdar olsanız da maçla aynı organizasyon altında verilen konserleri dinleme ve o dönemin Afrika'sını yakından tanıma fırsatı bulabiliyorsunuz.

Açıkça ortaya koyulan Muhammad Ali yanlısı duruş sayesinde kadının K'sinin filmde yer almaması beni mutlu etti. Muhammad Ali hayranları tarafından yaratılıp yorumlanan ve çoğunluğu 74'teki Rumble in the Jungle'ı konu eden eğlenceli bir belgesel.

* Directing, Aura : 7
* Ease of Viewing : 7.5
* Naked Eye : 7


                             7.2


Ali

Genre : Sport, Drama, Biography
Director : Michael Mann
Year : 2001

Bu kadar iyi bir malzemeyi nasıl bu kadar kötü sonuçlandırırsının cevabını almak istiyorsanız Michael Mann'in Ali'sine bir göz atın. Belgesel görüntülerini alıp birebir kullanmak pek sinemacılık olmasa gerek. Filmle ilgili yalnızca Will Smith'in Ali'yi birebir canlandırması, casting ve make-up department benden artı puan almayı başardı.

Dünyanın en ünlü sporcusunun tartışılan hayat hikayesi sinema tarihinde ilk kez kurgusal olarak Michael Mann ve ekibi tarafından işlendi. Bu film, yalnızca belirli gruplardan bile muhteşem kar getirebilecekken yapımcıların zarar etmesiyle sonuçlandı. Buna rağmen günümüzde zevksiz ve/veya az film izleyen eleştirmenler tarafından en iyi boks hatta en iyi spor filmi olarak yorumlanıyor. Aynı dönemde çekilen bir başka kurgusal boks filmi The Hurricane'in bile Ali'den birkaç gömlek üstün olduğunu söyleyebilirim.

Muhammed Ali'nin hayatıyla ilgili pek bir şey bilmeyen birisi bu film sonunda Ali'nin pek de düzgün bir insan olmadığını düşünebilir. Mann'in ortaya koyduğu tatlı su müslümanlığı ve poligamik karakter dışında Ali'nin ring'den ayrı kaldığı yıllarda neler yaşadığını ve iç dünyasını koskoca 2.5 saatlik filmde 5 dakika olarak bizlere sunulmuş. Kalan sürede ise Will Smith'in berbat dövüş sahneleri var. Sayısız boks karşılaşması (Ali'nin maçları da dahil) ve sayısız boks filmi izledim ama bu filmdeki kadar kötü boks yapan boksörlere ve oyunculara tanık olmadım. Bu film yerine orijinal görüntülerle donanmış bir Muhammed Ali belgeseli olan When We Were Kings'i izleyebilirsiniz.

Son zamanlarda tanık olduğum en kötü film başlangıcına sahip, tahammül edilemez blues şarkılarla dolu ve filmde aktardığına göre beyazlara olan nefretinden dolayı müslümanlığı seçen siyahların özgürlüğü, müslümanların gururu ve fakirlerin umudu olan adam, Muhammed Ali'nin hayat hikayesi.

* Casting, Acting : 6.5
* Script : 4
* Directing, Aura : 4.5
* Ease of Viewing : 3
* Naked Eye : 4.5


                            4.5


Rocky VI (Rocky Balboa)

Genre : Sport, Drama
Director : Sylvester Stallone
Year : 2006

İster inanın ister inanmayın ama 60'lık Rocky Dede ring'lere geri dönüyor. Bu sefer gerçekten son kez olduğu iddia edilen film Rocky efsanesinin 30. yılında izleyiciyle buluştu. Hem kurgusal dünyada hem gerçek dünyada en sevilen karakterlerden biri olması bunun bahanesi olarak gösterilebilir. Ve tabii içindeki canavar... Kendi diyaloglarında geçen ''Fighters fight'' cümlesiyle bu atsan atılmaz satsan satılmaz filmi özetleyebiliriz.  

Kendisi için bir el freni olan karısı Adrian'ın hayatta olmadığı düşünülürse Stallone, 80 yaşında da ekranlara Rocky olarak geri dönebileceği bir senaryo üretebilir. Umarım bu filmde olduğu gibi ring içinde değil de ring kenarında yer alır. Tıpkı Rocky 5'da yaptığı gibi. Bunların dışında 2026 senesinde Rocky Balboa'nın işe yaramayan oğlunun oğlunu yani torununu da görebiliriz çünkü Rocky'nin 50. yılı olacak.

 
Rocky Balboa her zaman bir sporcudan ve şampiyondan daha ötesi olmuştur ve tıpkı 1913'te golfte dünya şampiyonu olan amatör delikanlı Francis Ouimet'nin biyografisi The Greatest Game Ever Played adlı filmde olduğu gibi, spor filmlerinde underdog hikayeleri her zaman tutar.

* Casting, Acting : 5
* Script : 5
* Directing, Aura : 5.5
* Ease of Viewing : 5.5
* Naked Eye : 5.5


                             5.3



Rocky V

Genre : Sport, Drama
Director : John G. Avildsen
Year : 1990

Serinin 5. filminde koltuğa ilk filmin yönetmeni Avildsen oturuyor. Eski mahalle ve eski evin yanı sıra temposu ve dramatik yapısı ile de özüne dönmeye çabalayan film bunlara rağmen ilk filmin çok uzağında kalmış. Ancak Rocky 5'ın en kötü Rocky filmi olarak lanse edilmesi son derece acımasızca. Yalnızca kronolojik olarak filmleri beğenen düz mantığa sahip taklitçi kişiler 4. filmin 5. filmden daha iyi olduğunu öne sürebilir. Bu kişilerin sinemanın S'sinden anlamadığı ya da kör olduklarını varsayabiliriz.

Oğlu, karısı ve Paulie ile birlikte aile içinde takılmayı tercih eden Balboa beyninde oluşan hasar nedeniyle dövüşmeyi de bırakıyor. Onu, Tommy Gunn adlı gencin menejeri ve coach'u olarak izleme fırsatı buluyoruz. Eski filmlerden oluşan sahneler sürekli pişirilip önümüze sunulsa da en azından bu sefer MTV izliyormuşsunuz gibi hissetmiyorsunuz.

Veda filmi niteliği taşıyan Rocky 5 izleyiciye istediğini veriyor.

* Casting, Acting : 5
* Script : 5
* Directing, Aura : 6
* Ease of Viewing : 7
* Naked Eye : 5.5


                            5.7



Rocky IV

Genre : Sport, Drama
Director : Sylvester Stallone
Year : 1985

Filmin gösterildiği yıl itibariyle bir gösteri maçından çok daha fazlası olması beklenen ve bu beklentiye fazlasıyla karşılayan Apollo Creed-Ivan Drago karşılaşmasında yaşanan beklenmedik olay Rocky Balboa'nın ring'lere geri dönmesine sağlıyor.


Stallone oyuncu olarak büyük bir gerileme gösterirken, yazarlığı ve yönetmenliği de bu gerilemeden nasibini almış. Bana Rocky 4'u silah zoruyla yazmış, çekmiş, oynamış gibi bir izlenim verdi. Tüm Rocky'ler arasında en başarısız make-up'lar bu filmde. Tıpkı Rambo'larda olduğu gibi Rocky'i de bir propaganda malzemesi yapması  hedefe yönelik bir senaryoya neden olmuş. Ivan Drago'nun karısı rolündeki Brigitte Nielsen de olmasa filmde iyi olan ve ilgi çeken hiçbir şey yoktu.  Baş döndürücü temposu yüzünden pek fazla sıkılma şansını bulamadığınız film ilerleyen dakikalarda muzik video'larının bir derlemesine dönüşüyor. Bazı dakikalarda filmin sanata ve izleyiciye yapılmış bir hakaret olduğunu düşünebilirsiniz.

Ruslar'ın sporda yasak madde kullandığını iddia eden film, konuyla hiçbir alakası olmayan ve tahminen Paulie'nin yalnızlığını simgeleyen bir robot ve birkaç video klipten oluşuyor. Anlaşılan o ki Stallone kariyerine 76'da Rocky ile Al Pacinovari bir başlangıç yapmış ancak 80'lerin gelişiyle iri Pacinomuz yeteneksiz, esmer bir Schwarzenegger'e dönüşmüş.

* Casting, Acting : 4
* Script : 4.5
* Directing, Aura : 3
* Ease of Viewing : 6
* Naked Eye : 4


                            4.3



Rocky III

Genre : Sport, Drama
Director : Sylvester Stallone
Year : 1982

İlk filmde tutan yarı yarıya drama ve sport tarifini devam filminde fazla drama ile bozan Stallone, serinin 3. filminde Rocky'nin gerçek ruhunu yok edip duygusuz bir spor filmi ortaya koymuş. Seride en çok antreman içeren ve her çalışma sırasında Rocky III için yaratılan meşhur parça Eye of The Tiger'ı dinleme fırsatı bulduğumuz film, uzun süreli 2 title fight ve 1 gösteri maçı ile seride en çok boxing içerme rekorunu da ele geçirmiş bulunuyor.

Sinema eleştirmenleri tarafından ''İzleyicinin istediğini aldığı'' Rocky olarak yorumlanan film, açıkçası bana istediğimi veremedi. Rocky rakibinin dikkatini dağıtarak ve centilmenlik dışı hareketlerle halkın sevgisini kazanmadı. Pahalı kıyafetleri, evleri ve arabaları bir anda mükemmeleşen diksiyonuna borçlu değil. Karısına ve menejerine yapılanlara rağmen ''Eye of the Tiger''ı kendinde barındırmayan kişi, 80'lerin diskotek ruhu ile giydiği göbeği açık body'lerle Los Angeles'a gidip bir anda başka bir insana dönüşüyor. Bu durum öykü akışı içinde bir hayli ''zorlama'' olmuş.

70'lerin ruhunu Oscar'a aday olan Eye of the Tiger'la kaybeden Rocky serisi bu filmle beraber Balboa'yı da kaybetmiş oldu. Karakter DNA'sına uymayan tavırları ile mütevazılığı ve mülayimliği bir kenara bırakıp Ramboculuk dönemini başlattı. Hepsinin dışında bir gerçek daha var ki artık seride hiçbir maç Apollo Creed-Rocky Balboa rövanş maçının tadını veremeyecek.

* Casting, Acting : 5.5
* Script : 5
* Directing, Aura : 5
* Ease of Viewing : 6.5
* Naked Eye : 5.5


                             5.5



Rocky II

Genre : Sport, Drama
Director : Sylvester Stallone
Year : 1979

Kimilerine göre ilk karşılaşmada gerçek kazananın Rocky Balboa olması Dünya Ağır Siklet Boks Şampiyonu Apollo Creed'i huzursuz etmeye başlayınca Apollo, Rocky'i rövanşa çıkarmak için her yolu dener. Bu kısımlar umut vadetse de daha sonra Adrian'ın kendine göre haklı ancak izleyiciyi kızdırıp sabırsızlanmasına yol açacak hal ve hareketleri nedeniyle Balbao ailesi için de izleyiciler için de katlanılması zor bir 80 dakika süregeliyor. Bir şekilde hastaneden kurtulan Balboa'lar ve film, tekrar yukarı ivme kazanıyor ve daha önce hiçbir dakikada çıkamadığı bir noktada ekranlara veda ediyor.

Dini semboller ve söylemlerin bolluğu Adrian'ın rahatsız edici tavırlarıyla birleşince zaten temposu ilk filmden de yavaş olan film katlanılması güç bir hal alıyor. Adrian'ın elinde bir Superman, bir Batman varken bu süper kahramanı yaklaşık 1.5 saat boyunca süper kahramanı izlemeye gelen kitleye göstermemesi filme cheesy bir hava katmamak için olmalı. Ancak boksör Rocky yerine filmin büyük çoğunluğunu kaplayan geçim  mücadelesi, filmin sport yönünün minumum, drama yönünün maximum'da hissedilmesine neden olmuş.

Son round'a kadar dayanabilirseniz hakem ve jüri puanını 5'ten 7'ye kadar çıkarabilir. Sallansanız da Rocky'i düşünün, düşseniz de Rocky'i isteyin... Ve başarın.

* Casting, Acting : 6.5
* Script : 6.5
* Directing, Aura : 6.5
* Ease of Viewing : 5.5
* Naked Eye : 7

                              6.4


Rocky

Genre : Sport, Drama
Director : John G. Avildsen
Year : 1976

70'lerin kendine has temposu ve hikaye anlatımıyla hissettirmek istediği duyguları en iyi şekilde yansıtan Rocky, çoğu kişi için başlı başına bir motivasyon kaynağı.

Evet, Rocky Balbao ve filmin dili o kadar içten ki bu durum yer yer sizi üzüyor. Belki de bu sayede gerçekleşen en ufak olumlu gelişme bile sizi mutlu etmeyi başarıyor. Sinema tarihinde birçok ''iyi hissettiren'' film vardır.  Bu tür filmler, onu 15. kez izleseniz bile ruh halinizi düzeltebilir. İşte Rocky de bunlardan bir tanesi.

Toplum tarafından hakkımızda oluşan önyargıları kabullenmemek ve kendini kanıtlamakla ilgili bir film olan Rocky'den çıkarılabilecek en önemli mesaj aslolanın mücadele etmek olduğu. ''Başarı için her yol mübahtır.'' şeklindeki şeref yoksunu görüş savaşı da sporu da baltalaladığı için ne zaman bir bandonun, bir topluluğun Gonna Fly Now'ı çaldığını duysam duygulanırım. Anlaşılan o ki sonuç onlar için bir şey ifade etmiyor. Irk, uyruk ya da aidiyet hissi ile bağlı olduğunuz grubu iyi temsil etmenizi istiyorlar. Siz elinizden gelen her şeyi yaparsanız sonucu mutlaka bir başarı olacaktır. Ve tabii her başarı kazançtır.

Rocky sürekli daha çok sevmek istediğiniz bir film.

* Casting, Acting : 8
* Script : 8
* Directing, Aura : 8
* Ease of Viewing : 8.5
* Naked Eye : 9


                           8.3


Interstellar

Genre : Sci-Fi, Adventure
Director : Christopher Nolan
Year : 2014

Oyuncu kadrosundaki McConaughey, Hathaway ve Casey Affleck gibi isimler sadece ''idare etti''. Rolü diğerlerinkinden az olmasına rağmen filmi izlemeden önce de tahmin ettiğim gibi büyük usta Caine cast'ta parıldayan tek isimdi.

Hans Zimmer'ın müzikleri çok başarılıydı. Aynı şeyi CGI için söylemek zor. Interstellar eğer Kubrick döneminde çekilmiş olsaydı özel efektleri gerçekten dikkat çekici olurdu ancak günümüzde tüm sci-fi'ler artık bu ayarda.

Nolan kardeşler senaryoda, teorilerin ve kuramların yanı sıra tahminlerine ve hayal güçlerine de bolca yer vermişler. Bilimle alakası olmayan insanları zorlayacak konulara değiniyorlar. Kıtlık, karadelik, paralel evren, zaman ve 5. boyut segment'leri kurala uygun, akla yatkın. Peki kalemle ve kağıtla üstünden geçtiği ışınlanma mevzusu neydi? Evet, ortada bu kadar büyük paralar dönerken olmayacak bir şeyi araştırmadan, danışmadan senaryoya eklemiş olamazlar ancak nereden bakarsam, neyi okursam okuyayım aklıma yatmıyor. Katı bir cismin herhangi bir çözülmeye uğramadan başka bir yere ''kestirme'' yapabilmesi biraz fazla iyimserce olmuş. Tabii bilimle alakası olmayanlar kadar bir de sinema ile alakası olmayan insanlar var. Her ne kadar Nolan'ın kurgusu muhteşem de olsa 3 saatlik çok uzun sayılabilecek bir runtime ile bu sinemayla alakasız kişiler sınanmış. Eminim bilimle ya da sinemayla alakası olmayan bu çoğu evrim geçirmiş hayvan film süresince yalnızca ''Ne kadar güzel bir roket, ne kadar güzel bir dünya.'' gibi düşünceler üretebilecek. Filmin başından ve sonundan hiç memnun kalmayacak. Sıkılabilecek bu kişileri de düşünen Nolan herkes filmin içine girebilsin diye tüm hipotezleri ve bilimsel gerçekleri ''zekasıza anlatır gibi'' anlatıyor. Yani film bi' nevi ''Sci-Fi for Dummies'' niteliği de taşıyor.

Kullanılan ''zor dil''e, güzel kurgusuna, sondayı takip sahnesindeki görsel ve işitsel şölene ve tamamı sudan oluşan o unutulmaz gezegene rağmen Nolan'ın son yıllardaki düşüşü bu filmde de devam ediyor. Artık asla ''Nolan ise mutlaka iyidir.'' diyemeyeceğim. Çünkü Nolan; Memento, Prestige ve Dark Knight'ta o kadar yükseğe çıkmıştı ki Inception, DK Rises ve Interstellar gibi iyi filmler bile onun aynı seviyede kalmasına yetmiyor. Gözü kapalı filmlerinin premiere'ine koşacak hala yığınla hayranı varken bir süre daha servetine servet katma filmleri çekmeye devam edecek. Bunu IMDb'de Interstellar'ın 9.0 olan ortalamasından da anlayabilirsiniz. İzleyiciyi yalnızca mısır ile kandırmayacağını fark edene kadar şimdilik... biraz daha mısır?

* Casting, Acting : 7
* Script : 7
* Directing, Aura : 8.5
* Ease of Viewing : 7.5
* Naked Eye : 7.5


                             7.5


Tango & Cash

Genre : Action, Comedy, Crime
Director : Andrey Konchalovskiy, Albert Magnoli
Year : 1989
 

Tango ve Cash'e sırtımı dönemiyorum çünkü bu film çocukluğumuzun klasiği. Bu haliyle de kabul edilebilir olsa da Shawshank Redemption'dan A-Team'e dönüştürülmeseydi damakta daha iyi bir tat bırakabilirdi.

Los Angeles'ın en iyi iki polisinin bir kumpas yüzünden hapishaneye düşmesi ve unutulmaz elektrik telinden kemerle kayma sahnesine kadar filmden memnundum.
Stallone'nin otoriter olan Tango'suna alıştığımız esprili tavırlarıyla Kurt Russell, Cash karakteriyle eşlik ediyor. Dönemin güzel oyuncularından şimdilerin Desperate Housewife'ı Teri Hatcher'ın canlandırdığı karakterin bireysel olarak incelendiğinde iyi ancak kümülatif açıdan pek de gerekli olmadığını bir gerçek. Filmde Kurt Russell'ın bahseder gibi olduğu kılişeleşmiş iyi polis-kötü polisi kötü polis-daha kötü polis olarak pek görmesek de tamamen kar amaçlı çekilmiş kötü bir filmin daha kötü bir filme dönüşmediği için teşekkür ediyorum.
  
Stallone'yi yalnızca Rocky'de beğeniyoum. Ray Tango'nun dediği gibi ''Rambo is a pussy.'' ve ne yazık ki bu film, yalnızca 80'lerde çocuk olanlar için bir klasik.

* Casting, Acting : 6
* Script : 5.5
* Directing, Aura : 5.5
* Ease of Viewing : 6.5
* Naked Eye : 5.5


                             5.8



American Hustle

Genre : Crime, Drama
Director : David O. Russell
Year : 2013

The Fighter'da Bale ve Amy Adams'ı, Silver Linings Playbook'ta De Niro, Jennifer Lawrence ve Bradley Cooper'ı kullanan David O. Russell, yeni filmi American Hustle'da saydığım 5 ismi birlikte kullanıp ses getiren bir cast yaratmış. Konuk oyuncu kıvamındaki De Niro'yu bir kenara bırakırsak diğer 4 oyuncunun 2014 Oscar'larına aday olduğunu bilmekte fayda var.

Jennifer Lawrence hakkında övgü dolu sözler yazmaktan sıkıldım. Sinema, bu kadar güzel bir yüzün bu kadar yetenekle donatılmış olduğunu yarım asırdır görmemişti. Bu filmde yardımcı oyuncu olmasına rağmen filmin başrolleri Bale ve Adams gibi isimlerin bile önüne geçti. Filmin kurgusunu, makyajları ve kostümleri çok beğendim. Ancak filmin güçlü yönleri olduğu kadar zayıf yönleri de mevcut. Senaryo ilgi çekicilikten uzak olmasının dışında birçok gerçekdışılığı da barındırıyordu. Absürt filmler için gerçekdışılık iyi olsa da herhangi bir absürtlüğü olmayan yalnızca nörotik 1-2 karakter barındıran bir filmin gerçekçilik çizgisinden fazla sapmaması daha iyi olurdu. Bunu başaramayan American Hustle bana çok sevdiğim 70-80 decade'ini veremedi. Bu kadar günümüz gibi gözüken mekanları kullanıp nasıl geçmişten bahsedebilirler anlayamadım. Ve son olarak bir miscast olarak niteleyebileceğim Bradley Cooper'ı ve oynadığı karakteri yapmacık ve itici bulduğumu belirteyim. Oysa Silver Linings Playbook'ta kendisini ilk kez başarılı bulmuştum.

2014 Oscar'larına tam 10 dalda aday olup hiçbirini kazanamayan, yer yer sizi güldürebilecek, içinde Jennifer Lawrence'ı barındıran over-rated bir film.

* Casting, Acting : 7.5
* Script : 6
* Directing, Aura : 7.5
* Ease of Viewing : 7
* Naked Eye : 6.5


                            6.9



Goodfellas

Genre : Crime, Drama, Biography
Director : Martin Scorsese
Year : 1990

Ray Liotta yerine Sharon Stone'u alan Scorsese 1995 yılında Casino ile tekrar gündemi meşgul etmeyi başarmıştı. İki filmin de çok iyi filmler olduğunu düşünmeme rağmen Joe Pesci Casino'da devleşmişti. Yani burdaki Pesci'den az da olsa daha iyiydi. Duygusal iniş çıkışları ve sürprizleri ile sıradan bir Scorsese filmi olarak gösterilen Casino'yu bir sinema klasiği olarak gösterilen Goodfellas'a tercih ederim. Bu Goodfellas'a sırt dönmek olarak algılanmamalı ama Scorsese'nin After Hours, The Departed ve Casino gibi filmleri varken Goodfellas, Taxi Driver ve Raging Bull hayranlarının biraz sesini alçaltması gerekiyor. Sanatın bir formülü, bir sistemi olmamalı. Herkes bunu beğeniyor ve klasik olarak görüyor ben de bunu beğenmeliyim şeklinde işlememeli. Bu nedenle, sinema kültürü düşük seviyede olan kişilerin izledikleri filmler de beğendikleri filmler de hep aynı.

Çocukluğundan beri gangster olmaya özenen Henry'nin (Ray Liotta) kurduğu yakın arkadaşlıklar ve bulaştığı olayları konu eden filmin senaryosu gerçek hayattan alıntı. 2.5 saatlik uzun sayılabilecek süresine ve düşük temposuna rağmen, güçlü hikaye anlatımı ve kuvvetli kadrosuyla en iyi gangster filmlerinden biri olan Goodfellas, özellikle ''crime'' tutkunlarının mutlaka izlemesi gereken bir film. İlk izlediğimde bile beni şaşırtmayı baraşamadı ama sevdim.


* Casting, Acting : 8
* Script : 8.5
* Directing, Aura : 8
* Ease of Viewing : 8.5
* Naked Eye : 8


                              8.2



Rambo IV

Genre : Action
Director : Sylvester Stallone
Year : 2008

Uzun bir ayrılıktan sonra 2006'da Rocky Balboa'yı tekrar beyaz perdeyle buluşturma kararı alan Stallone, neden Rambo'yu da tekrar hayata döndürmiyeyim demiş olacak ki serinin 4. filmi için kahramanımız John Rambo bu kez Burma'nın yolunu tutuyor.

Başlangıçtaki gerçek footage'lar, serinin daha önce işlediği konular ve John Rambo markasını harmanladığımızda 5. dakikada bile filmin sonunu tahmin edebilirsiniz. Böyle bir durumda filmin dili, storytelling önem kazanır. Kimi filmlerde karşılaştığımız montaj tekniğinde, filmin sonu önceden izleyiciye verilir ve film son sahneden sonra başlar. Bu tür filmlerde de önemli olan hikayeyi iyi sunabilme beceresi, yalnızca bu Rambo'da değil hiçbir Rambo filminde var olmadı. Tektip yapıyı televizyonculuktaki tek taraflı iletişim ile birleştirdiğimizde Rambo sonucunu elde edebilirsiniz. Herhangi bir beyin jimnastiği gerektirmeyen ve hatta tahmin yürütmenize bile ihtiyaç duymayan film, size kendi gerçeklerini bol ses ve parlak imgelerle sunuyor. Çünkü Stallone yarattığı bu ''Attention'' ile beyninizin bir bölümünü çalıştırıp orada açtığı pencereye mesajlarını bırakıp uzaklaşmak istiyor. Sonuçta istediklerini az çok becerebilse de sanata dair pek bir şey sunmuyor.

Geçmiş filmlerine göre vahşi duran Rambo 4'un izleyici tarafından pek hoş karşılanmasa da en büyük artısı da bu, yani fazla şiddet unsuru içermesi. Eğer bir aksiyon filmi izliyorsam ve 1001 insan öldürülüyorsa fışkıran kanlar ve sağda solda uçuşan uzuvlar görmek beni memnun eder. Kamera hareketleri, sinematografi ve efektlerle ayakta kalmaya çalışan film Godard'ın Week-end'i gibi son buluyor. Siz de bu vedayı suratı iyice yamuklaşmış 70'lik Rambo Dede'nin sonu diye yorumlamayın çünkü Mr. Stallone ''2015'te son bir kez daha Rambo olacağım.'' diyor.
 

* Casting, Acting : 5.5
* Script : 4
* Directing, Aura : 7
* Ease of Viewing : 6
* Naked Eye : 5.5


                             5.6

Rambo III

Genre : Action
Director : Peter MacDonald
Year : 1988

Filmin başrollerini yine Stallone ve Crenna paylaşıyor. Bol sosyal mesaj içeren serinin 3. filmi gelmiş geçmiş en pahalı aksiyon filmlerinden bir tanesi ama bu film, ne prodüktörlere ne de izleyiciye parasının karşılığını geri veremiyor.

Vietnam'dan dönen askerlere kötü davranan Amerikan halkı, Vietnam'a girme kararının bir hata olduğunu kabul eden generaller ve Rusya'nın Afgan halkına yaptığı zalimlik. Bir sinema filmi serisinin bu kadar mesaj vermek için çekildiğine daha önce şahit olmamıştım. Rambo filmleri bu özelliğiyle beni gerçekten yordu. Bu filmle beraber sürekli ''mesaj'' veren karakterlerimiz bir de havalı diyalog kurma zorunluluğuna erişmiş ki her söylenen laf quote olacak nitelikte.

Ruslar'a karşı Mücahitler'le bir olan Rambo helikopterleri, tankları havaya uçuradursun Afgan halkı iade-i ziyareti 11 Eylül'de gerçekleştirmiş oldu.

* Casting, Acting : 4.5
* Script : 4
* Directing, Aura : 4.5
* Ease of Viewing : 4.5
* Naked Eye : 3.5


                           4.2



First Blood : Part II

Genre : Action
Director : George P. Cosmatos
Year : 1985

İlki neydi ki follow-up'ı ne olsun dedirten First Blood : Part 2 sanılanın aksine çok da kötü bir devam filmi değil. Zaten ilk film de sanılan kadar iyi değildi. Rahatsız edici müzikleri ve toplamda 15 satırı geçmeyen diyalogları ile kahramanımız John Rambo bu sefer ardında daha da fazla ceset bırakıyor.

''Vietnam'dan dönen askerlerimizi sevin'' demek için trilyonlar harcayan producer'lar anti-militarist kesim için mesaj verici bir filme imza atarken azımsanmayacak sayıda olan ''patriot''lara da John Rambo gibi bir kahraman takdim ediyorlar. Filmin Oscar'a aday olan departmanı sound editing, aslında o kadar kötüydü ki film daha çok bir müzikal tadındaydı. O kulak tırlamayan, sürekli değişim gösteren berbat müzikler başından sonuna kadar bir türlü durmak bilmedi.


Rambo serisindeki sosyal mesajları dinlemek yerine Milgram Deneyi ile ilgili kurgusal ve belgesel filmleri izleyebilir ya da bununla ilgili akademik makaleler okuyabilirsiz. Zaten bunları biliyorum diyorsanız John Rambo'nun Murdock'la telsizden konuştuğu sahne için 90 dakikaya katlanıp First Blood : Part 2'ya bir şans verebilirsiniz.

* Casting, Acting : 5.5
* Script : 5
* Directing, Aura : 5.5
* Ease of Viewing : 5
* Naked Eye : 5


                             5.2


First Blood

Genre : Action
Director : Ted Kotcheff
Year : 1982

80'lere göre değerlendirirsek tahammül edilebilir bir film olan First Blood'ın başrolünde John Rambo karakteriyle şöhreti yakalayan Sylvester Stallone yer alıyor.

Aynı fame, decade ve genre oyuncusu olan Arnold Schwarzenegger'le kıyaslayınca Stallone'nin birkaç adım önde olduğunu söyleyebilirim. Belki birkaç adımdan da fazla... ''İlk kanı akıtan'' emniyet güçlerine karşı tek kişilik bir ordu olan Yeşil Bereli Rambo'nun kasabayı birbirine kattığı First Blood serisinin bu ilk filmi tüm zamanların en ünlü aksiyon filmleri arasında gösterilir. 


Aksiyon filmlerinin yalnızca para işi olduğunu düşünen benim için, iyi bir film olabilmek bundan çok daha karmaşık bir senaryoya sahip olmayı gerektirir. First Blood, iyi bir senaryo yerine bize ''ders veren'' bir senaryo sunuyor ki bu, durumun (Vietnam) zaten farkında olanlar için biraz ''hard sell'' bir strateji. Vietnam'dan dönen askerlerin psikolojik sorunlarını ''Rambo''ya göre çok daha fazla sanat içeren The Deer Hunter gibi filmlerde de izleyebilirsiniz. First Blood gibi filmler zamanında çok ses getirip serilere dönüşmüş olsalar da bu filmlerin çekildiği yıllarda dünya bir TV dünyasıydı. Günümüzde TV yerini internete bırakırken TV'nin kullanım amaçları da eskisiyle farklılık göstermekte.

Parliament Sinema Kulübü, pazar gecesi sineması günlerinde olmadığımıza göre, John Rambo'nun ve aksiyon türü filmlerin daha bir Inception'laşması gerekiyor.

* Casting, Acting : 6.5
* Script : 6
* Directing, Aura : 6.5
* Ease of Viewing : 6.5
* Naked Eye : 6


                              6.3


Wake in Fright

Genre : Drama, Thriller
Director : Ted Kotcheff
Year : 1971

Sinefil bir dostunuza ''Sinema tarihinin en çok alkol tüketilen filmi hangisidir?'' şeklinde bir soru sormak isterseniz sorunuzun doğru yanıtı büyük olasılıkla Wake in Fright olacaktır. Filmde öyle yüksek boyutlarda bir alkol tüketimi var ki izlerken siz de içmek zorunda kalabilirsiniz. Wake in Fright kafkaesk duruşu ve ''Into the Wild mantığı'' ile sorumsuzluğu bir habit haline getirme üzerine kurulu bir film.

Kangurulu sahnelerde irite olabileceklere önceden hatırlatmak isterim ki kullanılan görüntülerin hepsi gerçek ancak yaşanan olaylar ve gerçekleşme şekilleri kurgu. Filmi izledikten sonra siz de Avustralya Sineması'nın mihenk taşlarından biri olarak kabul edilen Wake in Fright'ın  biraz over-rated olduğunu düşünebilirsiniz ancak bu kadar beğenilmesinin nedeni o dönem Avustralya'da 7. sanatın pek iyi durumda olmaması olabilir.

Sevmekle sevmemek arasında gidip gelebileceğiniz, belli kalıplara sığdırılmaması gereken, yönetmen koltuğunda ''Rambo''nun mimarı Ted Kotcheff'in oturduğu ve Scorsese'nin hakkında olumlu şeyler söylediği ilginç bir film.

* Casting, Acting : 6.5
* Script : 6
* Directing, Aura : 6.5
* Ease of Viewing : 6
* Naked Eye : 6


                            6.2



The Campaign

Genre : Comedy
Director : Jay Roach
Year : 2012

Senatör Cam Brady karakteriyle izlediğimiz Will Ferrell için hep olumlu şeyler yazmışımdır. İyi-kötü film ayırt etmeden onun yer aldığı her şeyi izlemekten zevk alıyorum. Bu filmde de iğrenç birini oynayan Will Ferrell'a iğrenç biri olmak çok yakışıyor. O iğrençleştikçe ve sıradışı davrandıkça filmler daha komik hale geliyor.

Tıpkı beklediğim gibi The Campaign de son derece seviyesiz başlamıştı ki (bu bir komedi için pek de kötü bir özellik değil) script ciddileştikçe filmin gereksiz drama yönü ve sosyal mesajlar devreye girdi. Filmdeki North Carolina halkı durumdan memnun olsa da izleyicinin istediği hikaye akışı bu değil. Bu şekilde olmamalıydı. Elinde pek işe yaramayacak bir script ve iki komik oyuncu varken eğlencenin dibine vurmak daha iyi bir tercih olabilirdi.

Meet the Parents'ların yaratıcısı Jay Roach'tan sıradan bir politik komedi.
 

* Casting, Acting : 6
* Script : 4.5
* Directing, Aura : 5.5
* Ease of Viewing : 5
* Naked Eye : 4.5


                            5.1


Argo

Genre : Drama, Thriller
Director : Ben Affleck
Year : 2012

The Town'la bizleri şaşırtmayı başaran, her geçen gün saygı duyulan bir kişiye dönüşen Ben Affleck'in 2013 yılı Oscar'larına damga vurduğu filmi Argo, İran-Türkiye-ABD-Kanada dörtgeninde geçen bir politik gerilim. Gerçek hayatlardan yaratılan hikayeleri, yakın tarihi ve dönemsel footage'ların film içinde kullanılmasını seviyorsanız Argo'yu da seveceksiniz. Başlangıçta durduğumuz nokta politika, yönetim ve yakın tarihe ilgi olarak ne kadar uzak ise sonunda varacağımız nokta da 10 tam puanın o kadar uzağında olacaktır. Bu bir sanat da olsa içinde yoğun politika ve tarih barındırdığı için Fransız fizikçi Pierre Duhem'in yazdıklarına göre bu filmin de herkes tarafından beğenilmesi pek mümkün değildir. Bana göre ise Argo için oluşan farklılıklar iyi-kötü ikilemi yerine iyinin derecelendirilmesi olmalıdır.

Cast'ın ve yaratılan gerilimin sonuna kadar ayakta tuttuğu film ending credits'te oyuncularımızın oynadıkları gerçek kişilere benzerliğini izlediğimiz sahne ile son buluyor. Bizi de yakından ilgilendiren iki ülkenin yakın tarihte yaşadıklarını bir sanat eseri değil de bir tarih kitabı olarak değerlendirebiliriniz. Elbette yazarın öznel anlatımıyla sahnelenen oyun tarihin gerçekleriyle %100 örtüşemez ancak tarih de tamamen öznellik üzerine kurulu değil midir?

Oscar'ı hak etti mi bilinmez ama Argo görülmesi gereken parasının hakkını veren eğitici ve öğretici bir film. Teşekkürler Ben Affleck ve tabii teşekkürler Planet of the Apes!

* Casting, Acting : 7.5
* Script : 7
* Directing, Aura : 7.5
* Ease of Viewing : 8
* Naked Eye : 7.5


                                7.5



The Hunger Games 2

Genre : Adventure, Sci-Fi
Director : Francis Lawrence
Year : 2013

Size verilen şey bir Al Pacino filmi (80'ler) değil. Öncelikle bunu kabul edelim. Herhangi bir AVM'ye gidip paranızın hakkını sonuna kadar alabileceğiniz bir eğlence. Uzun süredir bu kadar keyifli bir film izlememiştim. Bu açıdan The Butterfly Effect'le bazı ortak noktaları var. Emeği geçen herkese teşekkürler.

Sinemaseverler kadın başrolü olan bir filmin dünyayı kasıp kavurmasını özlemiş. İlk filmde becerilemeyen dramatik yapının bu sefer üstesinden gelinmiş ki Catching Fire'da oyundan çok oyuncular ön planda. Jennifer Lawrence'la gülüyor, Jennifer Lawrence'la üzülüyorsunuz. Kimi gerçekten ve daha çok sevdiğini merak ediyorsunuz. Bir de cast'a yeni eklenen Philip Seymour Hoffman var ki ne yazık ki bunlar büyük oyuncuyu son izleyişlerimiz.

Yönetmen koltuğunu Gary Ross'tan devralan Francis Lawrence'ın ortaya koyduğu işin bir Sci-Fi klasiği olmaması için tek engel serinin bu kadar popüler olması. Olay kapitalizmden çıkıp sembolleri, devrimi, adaleti ve aşkı arkasına alarak aşılamayacağı düşünülen kapılara dayandı. Hepimizin istediğini vermeye başlayan seri bu yüzdendir ki yukarı doğru bir ivme kazandı. Ve daha da kazanacağa benziyor.

2 saati aşan süresine rağmen film o kadar zirve yapmışken bitiyor ki finalden sonra kıpırdayıp koltuğunuzdan kalkmayı insanlığa karşı bir hakaret gibi hissediyorsunuz. Buna Coldplay ve Silhouettes'in iki harika şarkısı da eklenince zaten bitmesini istemediğiniz filmin bir de ending credits'inin bitmesini istemiyorsunuz. 


Sonuç olarak her şeyin üstünden bir saat geçiyor ve fonda filmin original soundtrackler'i çalarken 21 Kasım 2014 tarihi bir an önce gelsin istiyorsunuz.

* Casting, Acting : 7
* Script : 7
* Directing, Aura : 7.5
* Ease of Viewing : 8.5
* Naked Eye : 8


                                 7.6



The Hunger Games

Genre : Adventure, Sci-Fi
Director : Gary Ross
Year : 2012

Dünya insanlarının cool gibi görünen ancak aslında öyle olmayan, gerilim yüklü bir ortam içerisinde alevlenen bir aşka ihtiyacı var. Son dönemde bu ihtiyacı karşılayan Twilight idi. Bayrağı devralan The Hunger Games'in Twilight gibi bir filme oranla bile bolca eksisi var.

Futuristic ve distopik bir dünyada geçen hikayede geçmişte yönetimle sorun yaşayan bölgelerin insanları her yıl kura ile Açlık Oyunları adıyla gerçekleştirilen herkesi öldürüp hayatta kalan son kişi olma yarışmasına pek de kibar olmayan bir şekilde davet ediliyor. 1'den 12'ye kadar olan bölgeler bu hayatta kalma yarışması için  2 gencini feda etmek zorunda bırakılıyor. Sinemanının yeni star'ı Jennifer Lawrence'ımız da bu görevi 12. Bölge'den Peeta adlı gençle birlikte üstleniyor.

Eğlence, kapitalizm ve açlığın böyle bir dünya oluşturacak olması pek şaşırılmaması gereken bir sonuç. Filmde gördüğümüz aslında bir distopya değil. Bu filmden önce yarışma programı Survivor'ı, William Golding’in Lord of the Flies'ını ve Fransız filmi 13 Tzameti'yi harmanlarsak neler olacağının farkına varabilirdik. Suzanne Collins yazdığı kitapla sadece geleceğimizi bize hatırlatmış oldu.

Kitapta tam olarak durumun ne olduğunu bilmiyorum ama hem senarist hem de yönetmenim diye geçinen Gary Ross'un acilen storytelling'in ne olduğunu öğrenmeye ihtiyacı var. 2.5 saat gibi uzun sayılabilecek bir sürede bir hikaye ancak bu kadar bölük pörçük ve bolca eksikle anlatılabilirdi. Atmosfer o kadar yapay ki Ross'un uygun gördüğü bu sinematografi, açılar ve kamera hareketleri sinema öğrencileri seviyesinde. Bunun sonuncunda film bize gerilimi de, istemeye istemeye veriyor gibi gözüktüğü romantizmi de aktaramıyor. Hollywood'da bir çocuğun gırtlağını bıçakla ikiye ayıramayacağınız bir gerçek.  Başka bir gerçek ise ünsüz kişilerin oluşturduğu bir cast'a ünlü bir başrol koyarsanız filmin nasıl akacağını izlemeden tahmin edebilmeniz. Bu durum gerizekalılarla bir tutulduğum için beni kızdırıyor. Bunların dışında Jennifer Lawrence'ın ailesi hakkında hiçbir şey bilmiyoruz. Jennifer Lawrence'ın bir sevgilisi olduğunu biliyoruz ama herhangi bir gelişimleri filmde yer almıyor. Özetle hangi açıdan bakarsam bakayım (Jennifer'ı gören bir açı hariç) filmin ne başı ne de sonu beni tatmin etmiyor. En tepede kalacağını gelişiyle belli eden Jennifer Lawrence için izlenebilecek vasat bir seri başlangıcı.

* Casting, Acting : 6
* Script : 6
* Directing, Aura : 4.5
* Ease of Viewing : 6
* Naked Eye : 5.5


                                 5.6



Aliens vs. Predator 2

Genre : Sci-Fi, Action, Fantasy, Thriller
Director : Colin Strause, Greg Strause
Year : 2007

Sürpriz bir şekilde -yer yer- hoşça vakit geçirmemizi sağlayan ilk AVP'ın kaldığı yerden hikayeye devam eden AVP2'yu iki serinin fan'ları için de hakaret olarak niteleyebiliriz.

Düzinelerce Alien'ın hep birlikte değil de 6 saniyede bir sırayla saldırmasının nedeni gencimizin kullandığı silahın reload süresi. Bahsettiğim bu genç başrol. İnanın bu filmde başrolü belirlemek bile imkansıza yakın. Bu projede imzası olan müthiş Strause Brothers sayesinde kimin Alien, kimin Predator hatta kimin insan olduğunu anlayamıyorsunuz. Thomas Edison'un kulaklarını fazlaca çınlatacağınız düzeyde bir ışık kullanımı mevcut. İlk AVP'a göre tek artısı ise cast'ında. Oyuncu kadrosunda dublajlanmış bir İtalyan oyuncu yer almıyor.

7 filmdir korkuyla beklenen olay sonunda gerçekleşiyor. Alien'larımız Dünya'da! Peki bu filmden sonra nam-ı diğer Strause Biraderler'i Alien'ların en bol olduğu gezegene ışınlama görevini kim üstlenecek?

* Casting, Acting : 3
* Script : 3
* Directing, Aura : 2
* Ease of Viewing : 3.5
* Naked Eye : 3


                                2.9



Alien vs. Predator

Genre : Sci-Fi, Action, Adventure
Director : Paul W.S. Anderson
Year : 2004

Pompei ile büyük zarar eden Paul W.S. Anderson'ın AVP'ına açıkçası ben de pek sıcak bakmıyordum. Tüketmekte önceki nesilleri yüze katlayan global toplumun Freddy vs. Jason'ını almasından 1 yıl sonra Alien vs. Predator'ın ortaya çıkmaması kaçınılmazdı. Şimdi, korkunun 2 devinden sonra Sci-Fi'nin 2 devi beyaz perdede kozlarını paylaşacak. AVP, Alien ya da Predator serilerinden bihaber olanların uzak durması gereken, yer yer dibe vuran yer yer zirveye çıkan bir film.

Filmin ilk saatini yorumlamak pek gerekli değil. Tek kelimelik özeti ''ızdırap''. Böyle bir title altında filmin toplam süresinin %60'ını build-up olarak vermek kemikleşmiş fan'ları isyan ettirir. Boşa giden süre zarfında berbat oyunculuklar ve boşluklarla dolu bir hikaye ile karşılaşıyoruz. Bunlara rağmen Alien serisinin meşhur android'i Bishop'un Weyland Industries'in sahibi olarak karşımıza çıkması hoş bir sürpriz olarak nitelendirilebilir. Film, büyük buluşma gerçekleşince inanılmaz bir ivme kazanıyor. Bu dakikalarda tıpkı cici Alien'larımızın ağızlarından akan salyalar gibi salyalar üretebilirsiniz, gayet normal. Beklediğimi almak için bu kadar uzun süre uyutulmak biraz sinirimi bozsa da filmin dönüştüğü halden memnundum. Belki de biraz erken havaya girdim. Filmin sonlarına doğru dağcı kızımızın kısa sürede ortaya koyduklarını yüzlerce yıldır galakside kimse başaramamıştı. Böylece kötü başlayan film ortalarında toparlansa da son düzlükte özüne dönmüş oldu.

İlk bir saati fast-forward ile geçip, ''The enemy of my enemy is my friend.'' lafını duyduğunuz anda TV'nizi kapatırsanız AVP damağınızda güzel bir tat bırakabilir.

P.S. Bu kadar para harcayıp 20 yıl önceki CGI'ları neredeyse hiç geliştirememek yetenek ister. Tebrikler Paul W.S. Anderson ve ekibi!

* Casting, Acting : 5
* Script : 5.5
* Directing, Aura : 5
* Ease of Viewing : 6.5
* Naked Eye : 5.5


                                5.5



Predator 2

Genre : Sci-Fi, Thriller, Action
Director : Stephen Hopkins
Year : 1991

Paranız varsa aksiyon filmi çekmemeniz için hiçbir neden yok. Birkaç silahlı çatışma ve birkaç kovalamaca sahnesi ile olayın üstesinden gelebilirsiniz. Başrol için ünlü bir isme gidip bu ismi imaj transferi için kullanabilir, sanat adına hiçbir şey ortaya koymadan tıpkı ilk filmdeki gibi paranıza para katabilirsiniz. Predator 2'nun da ilk film gibi olduğunu sanmıştım, yanılmışım. Serinin 2. filminde Lethal Weapon'da parlayan Danny Glover başroldeyken yönetmen koltuğunda daha sonra ilginç filmlere imza atan Stephen Hopkins oturmuş. Bu filmin de iyiliği kötülüğü tartışılabilir ancak kim ne derse desin ilk filmden daha iyi olduğu su götürmez bir gerçek.

Arnold Schwarzenegger'den sonra Danny Glover'ın performansı göz kamaştırıcıydı. Aksiyon sahnelerinin hakkını veren Glover mizahıyla da filme neşe katmış. İlk filmdeki belirsizlikler yerini daha kolay bir anlatıma bırakmış. Bilinmezliklerle dolu Predator karakteri, bu 2. filmde verilen bilgiler sayesinde filmdeki karakterlerde olduğu gibi izleyicede de hayranlık uyandırıyor.

Çok daha iyi sci-fi'ler ve daha iyi aksiyonlar varken yolunuz bir şekilde Predator'lara düşerse mutlaka tercihiniz bu, sequel'i olsun.

* Casting, Acting : 6.5
* Script : 6
* Directing, Aura : 6
* Ease of Viewing : 6.5
* Naked Eye : 6


                               6.2


Predator

Genre : Action, Sci-Fi, Thriller
Director : John McTiernan
Year : 1987

Maymun anne-babanın insanlar tarafından kaçırılıp yetiştirilen çocukları Arnold Schwarzenegger'in başrol olduğu ve çoğu zaman Alien'la kıyaslanan sci-fi filmi Predator gelmiş geçmiş en over-rated filmlerden bir tanesi.

''Sci-fi yapacağız ama paramız bol ve Arnold'ımız var, biraz çatışma sahnesi eklesek hiç fena olmaz.'' diyen producer'ları sayesinde filmin ilk yarım saati yaşanan her şey spordaki ''hazırlık maçları'' niteliğinde. Tamamı ormanda geçen film kalan sürede ape ağızlı Arnold ve silah arkadaşlarının bir Predator ile ölüm kalım mücadelesini işliyor. Title'a adını veren Predator'ımız bana; insan fiziğinde, Batman kadar zengin, hayvan özellikleri taşıyan bir uzaylı gibi geldi. Yani Arnold Schwarzenegger ile birçok ortak noktaları mevcut.

Uyanıkken beni rahatsız etse de uyurken hiç rahatsız etmeyen filmin müziği Alan Silvestri imzası taşıyor. Berbat oyunculuklardan yorulup, uykuya dalmayı tercih eden benim için filmde beğenimi kazanan tek nokta bu oldu. Belki bu kadar övülmese ve hatta sinema filmi yerine bir TV filmi olsaydı daha sempatik gelebilirdi.

* Casting, Acting : 5
* Script : 4.5
* Directing, Aura : 5.5
* Ease of Viewing : 5.5
* Naked Eye : 4.5


                                 5.0



Alien Resurrection

Genre : Sci-Fi, Action, Thriller
Director : Jean-Pierre Jeunet
Year : 1997

Jeunet ve Joss Whedon'ın olaya el atmasıyla beraber dibe vurmuş seri gözle görülür biçimde aşama kaydetmiş. Whedon'ın yarattığı mizah Jeunet'nin tarzıyla uyumlu olduğundan ilk defa komedi aromalı bir Alien filmi ile karşılaşıyoruz.

Alien 3'te alien'larımıza duymaya başladığım sempati bu filmle beraber tavan yaptı. Resurrection'da sizi üzen sahneler arasında insan ölümleri yer almıyor. Tüm hikayeye bakarsak da alien'ları insanlara tercih ettiğimi söylebilirim. 

İlk filmi es geçersek Weaver'ı ilk defa beğendim. Winona Ryder için aynı şeyi söylemem mümkün değil. 500 dakikalık uzun Alien yolculuğunda Ron Perlman'ın oynadığı karakter ve bu filmdeki Weaver'ın umursamaz ve alaycı tavırları sayesinde garip ama zaman zaman gülümsedim. Kimilerine göre yanlış tercih olan Jeunet'nin kara mizahını bu filmde hissebiliyorsunuz. Bu film bir sequel olsaydı Jeunet için ben de yanlış tercih diyebilirdim çünkü Alien'ının kemikleşmiş kitlesi Jeunet'nin ortaya koyacağı işi yadırgayabilirdi. Ancak Fincher'ın (berbat senaryo sayesinde) batırdığı seriyi tekrar canlandırmak istenmişse ki öyle, Jeunet'nin fazlasıyla iyi bir tercih olduğu ortada.


Weaver'ın kolundaki dövmenin anlamını ortaya koyan etkileyici sahne ve garip bir şekilde bizi üzen bir başka sahne için ekibe teşekkürler. Yolun açık olsun Alien!

* Casting, Acting : 6.5
* Script : 6.5
* Directing, Aura : 6.5
* Ease of Viewing : 7
* Naked Eye : 6.5


                                  6.6